Ben Ahmet Faruk Tuna. 98 yılında web tasarımı ile başladığım yolculuğum, onlarca girişimle devam etti. Bugüne kadar ki tüm girişimlerimi bu yazıdan okuyabilirsiniz. Yüzlerce girişime de mentörlük ettim. Sayısını bilmediğim kadar girişimle de çeşitli sebeplerle görüşmeler yaptım. Türk Hava Yolları’nda, Invest on Board projesinin 8 yıl koordinatörlüğünü yaptım. Dünya’nın birçok noktasında yaptığımız etkinlikler ile 300’ün üzerinde girişimi programımıza dahil ettik. 5 yıldır da yine Adem Yılmaz Başkanlığındaki Türk Hava Yolları Kurumsal İnovasyon ve Projeler Başkanlığı’nda, Kurumsal İnovasyon Müdürü olarak görev yapmaktayım. 150 milyon doların üzerinde finansal fayda elde eden Kurumsal İnovasyon Sistemimizi de yönettiğimiz birimimiz ekosistemde oldukça bilinen bir birim aslında. Doktora konum, “inovatif kişilik tipleri” ile ilgili. Prototiplenmiş fikirleri girişimcilerle buluşturan “İnovanadolu” platformunun kurucu başkanıyım. Bir başka yazıda İnovanadolu’dan ve 2021 hedeflerinden daha detaylı bir şekilde bahsedeceğim.
Bu yazıyı okuduğunuz inovasyonhaber.com sitesini de, inovasyon odağında içerik üretmeye olanak sağlaması amacıyla kurdum. Bir türlü fırsat bulup da önceleyemediğimiz, 2018 yılından beri kapalı devre içerik girişi yaptığımız site, şu an okuduğunuz yazı ile ilk defa görücüye çıkmış bulunmakta. “Yenilikleri kaçırma fobisi olanlar ve yenilikçi bakış açısını iş süreçlerine adapte etmek isteyenler için Türkiye’den ve Dünya’dan inovasyon ve girişimcilik haberleri, incelemeleri.” mottosuyla, ekosistemin içinden gerçek inovasyoncularla birlikte ilerleyeceğimiz bu projede sizler de kurumsal haberlerinizi, analizlerinizi paylaşabileceksiniz. Kısa bir süre içinde bunun nasıl olacağı ile ilgili paylaşımlarda bulunacağız. (Yeniliklerden, içeriklerden haberdar olmak için haber bültenimize kaydolmayı unutmayın) Telegram sayfamıza da bekleriz.
“En çok bana inovasyonu soracaksınız” şeklinde bir giriş sanılmasın 🙂 İnovasyon ekosisteminin tüm alanlarında, uzun zamandır yer almış birisi olarak, Türk İnovasyon Ekosistemi hakkındaki düşüncelerimi paylaşırken dışarıdan bir değerlendirme yapıyormuşum gibi olmasın istedim. Burada sadece Türk Hava Yolları’ndaki tecrübelerimden değil, kendi girişimcilik hikayemden, ekosistemdeki birçok kişiyle olan yakın ilişkilerim neticesinde edindiğim, girişimcilik ve markalaşma geçmişlerimden edindiğim tecrübelerimi de paylaşacağım.
Birçok ülkede inovasyon ekosistemi denildiğinde akla direkt girişimcilik ekosistemini de içine alan büyük bir yapı gelirken, ülkemizde inovasyon ekosistemi kavramı önemli ölçüde “Kurumsal İnovasyon” dünyasını işaret etmekte. Bu sebeple Türk İnovasyon Ekosistemini algılanan perspektiften değerlendirmeye çalışacağım.
Schumpeter, Peter Drucker, Steve Blank, yenilerden Erick Reyes gibi isimlerle akademik çalışmalar vesilesiyle nispeten daha önce tanışma imkanı yaşayan nesil, “Türkiye’ye inovasyonu getirdim” yanılsaması içinde Türk markalarının kapılarını danışman adı altında çok kez aşındırdı. TQM, TPM, TOC, Six Sigma başlıkları, yıllar içinde farklı kariyer başlıklarının oluşmasını sağladı.
“Toplam Kalite Yönetimi, markalar, kuruluşlar için artık mukayeseli üstünlük sağlayan bir unsur değil, hayati önem taşıyan bir olguya dönüştü”
“Six Sigma Yönetimi, markalar, kuruluşlar için artık mukayeseli üstünlük sağlayan bir unsur değil, hayati önem taşıyan bir olguya dönüştü”
“Markalaşma Yönetimi, markalar, kuruluşlar için artık mukayeseli üstünlük sağlayan bir unsur değil, hayati önem taşıyan bir olguya dönüştü.”
İnovasyon, Yalın Yönetim… şeklinde gider bu. Dikkat çekici olmak ve punchline’ı etkili yapmak gerekiyordu. Zira kültürel kodlarında değişime direnç olan bir toplumda “yenilik” anlatmak sanıldığı kadar keyifli değildi.
Türk ekosistemine bilgiyi taşıyan ve işin en zahmetli kısımları olan “farkındalık oluşturma” ve “ikna” aşamalarında yer alan güruh, şimdilerde birçok kuruluşta önemli noktalarda, ya da akademide görevlerine devam etmekte. Kendilerini saygı ve sevgiyle anıyoruz. Lakin bu iletişimde çoğunlukla “geri kafalılık” ve “değişime açık olmamak” ile suçladığımız marka sahiplerine, temsilcilerine de biraz haksızlık yapıldığını kabul etmek durumundayız. Zira, olduğu gibi çevrilen bir kanvasın, hiçbir uyarlaması yapılmamış bir diagramın, kültürel kodlar ve beşeri özelliklere göre yeniden ele alınmamış bir modelin Türkiye’ye sadece Türkçe’ye çevrilerek, üstencil bir dil ile markaları da değişime açık olmamakla suçlayarak “dayatmak” biraz haksızlıktı. Modeller çalışmadığında suçlanan birim yöneticileriydi ya da çalışanlarıydı. Tıpkı bir dönem Amerika’da başlayan ve büyük bir karşılık bulan “NLP” furyasının Robin Sharma etkisiyle Türkiye’yi etkisi altına aldığı dönemdekine benzer bir sonuç gerçekleşmişti. Bir insan çok çalıştığında, odaklandığında, bir şeyi çok istediğinde o şeye ulaşabiliyordu. Tabi bu durum sadece Amerika’da geçerliydi. Zira doğal çevrede bu durumu karşılayacak kaynaklar ve kaynaklara erişim mevcuttu. Bu sistemi olduğu gibi Türkiye’ye uyarladığımızda, gençlerden üniversiteyi bırakıp hayallerinin peşinden gitmesini istediğimizde, içinde kıymetli bir potansiyel barındıran kişileri büyük risklere sokup sistem dışına çekmiş oluyorduk. “Hani derler ya; dirilteceğim ölünün bari parmağı kıpırdasın” diye. Parmağı kıpırdayan kişileri öne çıkartıp yetersiz kaynak şokuyla karşı karşıya bırakıyorduk. Sonra da insan kaynağımızı suçluyorduk.
İnovasyon ekosisteminin en büyük trajedisi de kanımca buydu. Binlerce yıldır sayısız buluşun, girişimin, ticari faaliyetin gerçekleştiği bu topraklara, modelleri uyarlama zahmetinde dahi bulunmadan çeviri işleri dayatarak üstencil bir dille inovasyon aşılaması yapmaya çalışmaktı. Daha sonraları, inovasyon endeksleri, SAAS araçlar, süreç yönetimi tasarımları da yine aynı ağızla adapte edilmeye çalışıldı. Bunları kendi bünyelerine adapte edebilen firmalar oldu, edemeyenler oldu. Bu döngünün en iyimser bakış açısıyla negatif dışsallığı “zaman kaybı” oldu. Objektif bir bakış açısıyla Türk İnovasyon ekosisteme baktığınızda Dünya ile aramızda en az 5 senelik bir gecikme olduğunu farkedebilirsiniz. Şirketlerin konvansiyonel arge birimlerine ek olarak “İnovasyon” birimleri kurmaları anlamında söylemiyorum bunu. Şirketlerin finansı, devlet ilişkilerini ve dış ekosistemi de içine alan etraflıca bir inovasyon bakış açısına sahip olabilmeleri uzun zaman aldı. Burada bütün yükü inovasyonu Türkçeleştiren inovasyon elçilerine yıkmak haksızlık olur. Devlet nezdinde de “ekosistem” ve “kümelenme” çalışmalarının Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı döneminde önem kazandığını, bunun öncesinde buna özel bir gündemin olmadığını rahatça söyleyebiliriz.
“İnovasyonu Türkçeleştiren İnovasyon Elçileri“ dedik. Bunu biraz açayım. Dünya’nın birçok noktasında sayısını hatırlamadığım kadar fikir sahibiyle, girişimciyle görüşme fırsatım oldu. GE’nin meşhur Mind&Machines etkinliğinde, Predix ürünü kapsamında milyar dolara satın aldığı girişimcilerle görüştüm. Ülkemizde de büyük girişimcilerle çeşitli başlıklarda görüşmelerim oldu. Tüm bu bahsettiğim “yapanlar” arasında en büyük ortak nokta tevazuydu. Mevzubahis tevazu sahiplerinin yaptığı işleri aktaran kişilerdeki kibir kadar patetik az şey gördüm. Aktarmak, Türkçe’ye çevirmek, yapmaktan daha büyük ego yüklemesi yapıyor ise bunu bir kişilik sorunu olarak irdelemek daha faydalı olacaktır. İnovasyonu ülkemize akademik anlamda getiren tonla kıymetli insan var. Onları tenzih ediyorum tabi ki. İnovasyon kelimesinin kurumsal anlamda kavramsallaşmasında etkili olduğu düşünülen çeviri güruhunun kaçırdığı başka bir konu ise, inovasyonu kurumlara bugün anladığımız manasıyla kendilerini getirdiği idi. Kendilerinin de getirdiği birçok şey var elbette ama işin aslı biraz farklı kanımca; başta bankacılık sektöründeki satın almalar, şirket birleşmeleri, günümüzde e-ticaret firmalarının uluslarararası sermaye tarafından satın alınıp işletilmesiyle birlikte yerli yöneticiler, küresel markaların küresel inovasyon vizyonlarını işleri gereği “yerelleştirmek” zorunda kaldılar ve kültürel kodlarımıza uygun etkin bir kurumsal inovasyon modeli oluşturabildiler. Zaten süreç de bu şekilde olmalıydı. Biz Türk Hava Yolları şöyle yaptık şeklinde bir söyleme girmeyeceğim. Hatta yazım boyunca Türk İnovasyon Ekosistemi’nde çok kıymet verdiğim, büyük beğeniyle izlediğim markalardan, kişilerden de çok bahsetmeyeceğim. Konuyu etraflıca bir eleştiri ve tespit tadında bırakmak istiyorum.
Bu yazıda Türk İnovasyon Ekosistemini modellemiyorum. Sadece varlığına tanıklık ettiğim, olduğunu düşündüğüm katmanları ayrı ayrı irdelemeleye çalışacağım.
Tiyatro Katmanı
İnovasyon tiyatrosu denildiğinde çoğu kişinin aklına Hasan Aslanoba geliyor. Steve Blank’in büyük ihtimalle bundan haberi de yoktur. Çeviri modelleri yerelleştirmeden, içine ruh katmadan uygulamaya çalışan “itici” yönetici profilleri ve “örgütsel sinizm” e girerek ve tepkiselliğini katma değer sağlamayarak gösteren çalışanların sayısı hiç de azımsanacak gibi değil. Bir girişimci gördüğünde eli ayağına dolaşan büyük kurumlar, IT yoğunluğunu startupların yapısını bozarak ve vaatler vererek kandırmak suretiyle hafifletmeye çalışan, “sistemler konuşmazsa sıkıntı” mottosuyla gezen IT’ciler, ya da inovasyona harcanacak bütçeyi kısmanın, şirketin inovasyondan elde edeceği katma değere en başta kendisinin inanmadığının bir ispatı olduğunun farkında dahi olmayan karar vericiler, her yerdeler.
Türk İnovasyon sisteminin bu katmanında inovasyon tiyatrosu oynatılıyor. Buna katman diyorum, tema diyemiyorum. Çünkü bu durum, temadan, sektörden bağımsız bir şekilde varlığını sürdürüyor. Yine bu katmanın içinde bulunan bir başka güruh da, kurum içinde enjekte edilmiş yeni tanımların, kavramların kurum nezdinde ne ifade ettiğiyle, ya da mevcut kurumsal hafızada bunun karşılığının ne olduğuyla ilgilenmeyen yöneticiler. Kurumsal hafızayı reddetmeyi yıkıcı bir transformasyonun (dönüşüm) önemli bir aşaması olarak görmek büyük bir hata. Birçok marka, halihazırda mikro inovasyonlar yapabilirken, kurumsal inovasyon şematiği ile karşılaştığında kısmi bürokrasi yaşayarak inovasyon yapamaz hale geliyor.
Kurum içinde; “Girişimlerle sadece biz görüşmeliyiz” diyen ama bu süreci tüm kurum nezdinde yönetebilme becerisi ve insan kaynağına sahip olmayan birimlerin işlevsel olmayan tutumlarıyla kaybedilen zaman karşısında savunma olarak “Shadow IT” örneğini veren ağzına kürekle vurulası birim yöneticilerinin de ülkemizde sıklıkla olduğunu sizler de biliyorsunuz. Tiyatronun farklı perdelerinde farklı figürler görmek mümkün. Hepsinin ortak noktası “zaman kaybı” kanımca. Yukarıda bahsettiğim “kibir” tanımlamaları, duygusal bir şekilde yazılmış, “insanlar çok kötü” minvalinde sözler değildi. Burada vurgu, yeni bir model tasarımı yapamayan, araştırdığı modeli yerelleştiremeyen, kurumsallaştıramayan ve neticesinde de ülkeyi, çalışanları kendisini anlamamakla suçlayan kişilerde görülen bir semptomdan bahsediyorum en nihayetinde.
Motivasyon konuşmacıları, “Stanford, Yale kütüphanelerini pandemi sürecinde herkese açıyor” şeklinde tweetler, whatsapp mesajları paylaşan, TedX konuşmaları yapan, paylaşan, Boston Dynamics videoları paylaşan, Netflix – Blockbuster temalı inovasyon sunumları yapan bir katman da mevcut malum ekosistemde. Bu katmanı tiyatrocu katmanla karıştırmamakta fayda var. Zira bu katman, tıpkı İnovasyon Haftası’nın her yıl düzenlenmesi gibi, toplum nezdinde inovasyon kelimesinin kullanım frekansını artıran ve gençlere yenilik yapmayı teşvik eden ciddi bir etki oluşturuyor. Başlangıç seviyesi diyebileceğimiz bu katman, ekosisteme daha çok insan kaynağının dahil olmasına olanak tanıyor. Buraya yönelik yapabileceğim eleştiri, “daha güncel örnekler kullanılmalı” demekten öteye gitmeyecektir. Tabi “Dünya nelerle uğraşıyor, siz daha nelerle uğraşıyorsunuz” cümleleriyle Boston Dynamics videoları paylaşan patetik tipolojileri de tasvip etmediğimi belirtmek isterim. Zira robotu tasarlayan mühendisin bu kadar böbürlenmediği aşikar. Ekosistem içinde bu katmanı küçümseyen, basit bulan profesyonellere “neleri yerelleştirdin?” diye sormak lazım en azından.
Kobilerle Cebelleşenler Katmanı
Türk Hava Yolları öncesinde, sosyal medya pazarlama kavramlarının hype olduğu yıllarda, Marka Yönetimi ve Dijital Pazarlama alanında faaliyet vermek adına 23 yaşında iken, Evza’yı kurmuştum. O dönem geniş etkiye sahip viraller, pazarlama çalışmaları, dijital girişimler ile ekipçe bir hayli ses getirmiştik. O dönemde;
““Markalaşma Yönetimi; markalar, kuruluşlar için artık mukayeseli üstünlük sağlayan bir unsur değil, hayati önem taşıyan bir olguya dönüştü.”
“Sosyal Medya; markalar, kuruluşlar için artık mukayeseli üstünlük sağlayan bir unsur değil, hayati önem taşıyan bir olguya dönüştü.”
Cümlelerini kaç kez kurduğumu hatırlamıyorum. Sanırım ilkleri duyan ve aktaranlar için bu cefa çekim süreci bir zorunluluk 🙂
Marka Yönetimi ve pazarlama alanlarında okunmuş sayısız kitap, makale, irdelenmiş, izlenmiş kampanya, video, reklam, use case’lar sonrasında bu “bağıra bağıra” gelen gerçekliği insanlara anlatmak tahmin ettiğinizden çok daha yorucuydu. Kaç kez bozulduğumu, kaç kez yüzümün düştüğünü, kabalıklarla karşılaştığımı anlatabilmem zor. Burada nezaketsiz kobi yöneticileri kadar muhakak benim de yukarıda bahsettiğim “yerelleştirme” ve “uyumlu hale getirme” eksiklerimden kaynaklanan sorunların da payı büyük elbet. Biraz da gençliğin verdiği odaklanma sorunları diyelim 🙂
Kobilere paket yazılım, custom yazılım, uygulama geliştirme, entegrasyon, api, web tasarımı, dijital pazarlama alanlarında hizmet vermiş, kobileri ikna etmek için dirsek çürütmüş, üç kuruş para alabilmek için taktikler geliştirmek zorunda kalmış insanlar ne söylemek istediğimi anlayacaktır. Anksiyetenin en yoğun olduğu alan bu alandır. Düşük ücretler ve bu düşük ücretlerin tahsilatının çok zor olduğu, çoğunlukla kabalıkla karşılaşılan ve mesleki ve insani olarak yıpratıcı olan, buna karşı ekosistemin oldukça büyük bir kısmını oluşturan bir katmandan söz ediyorum. Tabi 2010’lar ile 2020’ler arasında çok büyük farklar var. 2010’lu yıllarda işlerini ucuza halletmek isteyen, meşhur “bizim komşunun oğlu da yapıyor”, “iki tuşa basıyorsunuz ne oluyor” cu kitle bu katmanda yer almakta. Tabi bu işi ucuza halletmeye odaklanan ve şark kurnazlığı ile çağı yakalamaya çalışan “kitle”, komşu çocuğunun işi elini yüzüne bulaştırmasıyla birlikte çok şey öğrendi. Hele ki bu konularda ucuzculuğun peşinde olmayan kobi temsilcilerinin elde ettiği başarıları gördükçe “bu işi daha profesyonel ele almak zorundayız” noktasına gelindi. Bu noktaya gelinmede benim de birçok insan gibi çok emeğim var, hiç tevazu göstermeyeceğim 🙂 Çok büyük hazırlıklar, araştırmalar yaparak heyecanla bir sunum hazırladığımız ve buna karşılık cehalet dolu bir kabalıkla karşılaştığınız o anları dün gibi hatırlıyorum 🙂
Bir Anı
Bir keresinde ödemesi 2 ay geciken bir iş sebebiyle firmayı aramıştım ve kendilerinden randevu istemiştim. İşyerlerine gittiğimde; “X Bey şu an meşgul” dendi. Ben de X Bey’in odasının kapısını gördüğüm bir yerde 1500 tl’lik alacağım için beklerken yaklaşık 1 saat sonra “X” (Farkettiyseniz artık Bey demiyorum 🙂 ), kapıdan hızlıca çıktı ve sonra da işyerinden ayrıldı. Ben o an zihinsel bir processing sorunu yaşarken ve olayı algılamaya çalışırken, oradaki bir ablaya “Nereye gitti bu?” diyebildim. Kendisi; “X Bey’in acil bir işi çıktı ve çıkmak zorunda kaldı”. Düşünsenize, sizi bekleyen bir insan var, 23-24 yaşında bir genç var. Üstelik bu genç size bir websitesi yapmış ve siz de bu websitesini kullanıyorsunuz, kart visitlerinize ekliyorsunuz. Bu gencin ekibinin yaptığı logoyu kullanıyorsunuz. İnsan nasıl göz göze bile gelmeye tenezzül dahi etmeden bir genci oracıkta bırakır ve dışarı çıkar? Üstüne üstelik gayet zengin bir iş adamı bu adam. Sonrasında meşhur html “marquee (kayan yazı) ile websitelerine “BU SİTE BORCUNDAN DOLAYI KAPATILMIŞTIR” yazdığım gün önce bir tehdit, öğleden sonra da ödemeyi almıştım 🙂 Beni onlar buna mecbur bırakmıştı. Şükretsin ki “X Bey BORUCUNU ÖDEMEDİĞİ İÇİN KAPANMIŞTIR” yazmadım 🙂
2021’e girdiğimiz şu dönemde, küçük hizmet sağlayıcı firmalar, freelancerlar hala tahsilat problemi yaşıyor olsalar da, daha az örselendiklerini biliyorum. Ey profesyoneller, marka yetkilileri, size hizmet sunan, randevu isteyen, yaptığı işleri anlatmak isteyen insanlara “SAYGILI” olun. İnsani bir motivasyonla bu mümkün olmuyor ise, yarın birgün profesyonellikten girişimciliğe geçmek durumunda kalabileceğinizi “karma” eşliğinde aklınızda bulundurun.
İçerik Üreticileri Katmanı
İnovasyon ekosisteminde “gazetecilik” odaklı içerik üretmek, donanım, yazılım haberleri, incemeleri yapan güruh, youtube mecrasını da gayet iyi kullanarak önemli bir seviyeye geldi. Ülkemizde her ne kadar “Tech News” alanı çoğunlukla önceleri Mashable, Tech Crunch, Gizmodo, sonraları The Next Web, Fast Company içeriklerini çevirerek başladıysa da şimdilerde ekosistemin de oturmasıyla esaslı bir yere geldi. Donanım Haberleri ve incelemeleri konusunda ise gayet iyi olduğumuzu söyleyebilirim. Ülkemizde, girişimcilik, yatırım haberleri üreten websitelerimiz, bloglarımız da mevcut. Twitter’da düzenli içerik üretenler, floodlar ile dijital mevzuları irdeleyenler oldukça fazla.
Bill Gates’in 96 yılındaki bir makalesinde geçen “content is king” tanımlamasının ne kadar büyük bir öngörü olduğunu o yıllardan beri deneyimlemekteyiz. Profesyonellerin, LinkedIn aracılığıyla da birer içerik yöneticisine dönüştüğü görüyoruz. Benzer hikayeleri, benzer örnekleri “yüzünüzden güller eksik olmasın”, “mutluluk denizinde bla bla olasınız” mottolarıyla paylaşan kişilerin aslında bu içerikler ile daha çok kendilerini motive etmeye çalıştıklarını düşünüyorum. Tabiri caizse “çeneye vurmak” denir ya bizde. Az laf çok iş denir hemen peşinden. Profesyonellerin birer içerik üretici olmaları gerektiğine kesinlikle inanıyorum. Ama bu içeriğin kendi faaliyetleri, buluşları, yaptığı işler özelinde olması gerektiğini inanıyorum. Aksi bir durum bende negatif bir etki yapıyor. Bir “dijital anlaşmalar” odağında hizmet veren avukatın Alibaba’nın davaları üzerine yazdığı bir yazı, mesleki yetkinlik, güncellik ve işe hakim olma anlamında olumlu bir intiba oluşturabilirken, “fikirlerinizi engel olmaya çalışanları dinleme”, “aşağıdaki görselde kaç tane yönetici var” minvalindeki içerikler ben de olumlu intiba oluşturmuyor. Çok kişiyle çok şeyi konuşan birisi olarak bu düşüncemin de yaygın olduğunu biliyorum. Motivasyonel hikayeleri, içerikleri paylaşan “profesyonellerden” bahsediyorum. Yoksa bu bu “Motivasyon Ekonomisini” gömen, gereksiz bulanlardan değilim.
Özetle, profesyoneller, içerik üreticileri haline geldiğinde, eğer bu işi profesyonelce yapmıyorlar ise, bende olumsuz bir intiba oluşuyor. Bir ilerleme ya da profesyonel olarak yapılan bir işle ilgili bir gelişme olduğunda içerik üretmek daha mantıklı geliyor bana. Özellikle düzenli içerik üretme işini fazlasıyla anlamsız bulanlardanım. Dijital mecraların algortimalarında daha fazla öne çıkabilmek ve daha fazla etkileşim alabilmek için “bugün içerik üretme günüm” bilinciyle üretilen içerikler kendini fazlasıyla belli ediyor. Emin olun hiç kimse bu içeriklere “ne enteresan şeyler yaşamış” demiyor. Algoritma hassasiyetiyle düzenli içerik üretme işi, profesyonel içerik üretmek durumunda olan mecraların, sitelerin dikkat etmesi gereken bir hassasiyettir diye düşünüyorum. Ezcümle, hergün yeni bir hikaye, mesaj düşünüp paylaşmak zamanı yakalamak değil, zaman kaybetmektir kanımca. Dengeleyici mahiyette, önde olmanın da “overrated” sayılacağı günlerin gelebileceğini hesap ederek, çok fazla yüz eskitmemek gerekiyor bence.
Ya da ideolojik saplantılar ile (ideolojisinin ne olduğunun hiç bir önemi yok) bazı inovasyonları görmezden gelmeyi ilkel buluyorum. İştahlı bir şekilde içerik paylaşırken, kendi ülkesindeki inovasyonlardan ağız ucuyla bile bahsedemiyor olmak, ideolojik saplantıların esiri olmaktır. Bu tür insanları siyasi görüşünden bağımsız bir şekilde ciddiye alamıyorum. Çünkü inovasyon düşüncesi, açık görüşlülük gerektiren ve öfke, kin vb. duygularla birarada barınamayan bir olgu. Adaletsizliği bir kez yapan insan, o adaletsizliği yarın birgün size de yapabileceği için, “olsun bu benim adaletsizim” dememekte yarar var.
Konvansiyonel Ar-Ge + İnovasyon Araçları Katmanı
Ekosistemde yer alan bir diğer katman da geleneksel ar-ge yapısını muhafaza eden ama “fikir geliştirme” (idea generation) süreçlerinde, tasarım geliştirme süreçlerinde (ürün tasarımı) yeni nesil araçları kullanan kesim (bu arada “yeni nesil” kelimesinden de çok hoşlanmadığımı belirtmek isterim. “Yeni Nesil İnovasyon” nedir diye sorsanız, şahsen makul bir cevabım yok). Bu katman daha çok ürün odaklı. Yakinen bildiğim için ve süreçlerine şahit olduğum için Arçelik, Arzum, Turkish Technic, BASF markalarını örnek verebilirim. Bu katman, katma değerli ürünler üreten bir katman ve çoğunlukla işin sahne tarafından çok işin mutfağında yer almaktalar. Arçelik ekipleriyle, özellikle Nihat Bayiz Bey’in yönetimindeki Ar-Ge birimleriyle birlikte çok kıymetli işler yaptık. Pandemi sürecinden sonra kaldığımız yerden devam etmeyi umuyoruz.
Savunma sanayiinde de harika bir performans gösterdiğimizi, ciddi bir kümelenme ağının oluştuğunu ve ihracat noktasına gelindiğini de yakinen görüyor ve gurur duyuyorum. Savunma Sanayiinde olanları anlatmaya bu yazı yetmez zaten. Savunma Sanayii kapsamında oluşturulan kümelenmeler, ekosistem kullanımı, hayranlık verici bir boyutta. 2020 itibariyle 4 milyar dolara yaklaşan savunma sanayii ihracatı rakamı bu gelişimi gösterir nitelikte.
TOGG ile birlikte başlayan elektrikli otomotiv kümelenmesi de harika bir şekilde ilerliyor. Özellikle girişimlerle oldukça etkili bir çalışma yürütülüyor. İş geliştime birimlerinden Aylin Hanım’larla bu süreçte biz de dirsek teması içindeyiz. Twitter’da bazen enteresan TOGG temalı olumsuz “flood” lara denk geliyorum. En güzel cevabı TOGG markası seri üretime geçtiğinde kendisi verecek ama TOGG’un vizyonunu ve iş yapış şeklini bilen birisi olarak yazılanları okuduğumda gerçekten çok şaşırıyorum.
Böyle mi olmalıyız gerçekten?
İnovasyona değil de kimin yaptığına mı bakmalıyız?
Bu bakış açısı eskidiğinde, demode olduğunda (ki olacak), geçmişimizde böyle bir “digital footprint” bırakmak istiyor muyuz gerçekten?
Hizmet Sektöründe Kurumsal İnovasyon Katmanı
Post-endüstriyel çağda hizmet sektörünün ağırlığı her geçen gün artmakta. İyi ürün talebinin yanına eklemlenen iyi deneyim talebi ile birlikte şirketler, dış kaynak kullanımına daha fazla yönelerek daha rekabetçi olma yoluna gidiyorlar. “Hizmeti %100 kopyalamak mümkün olmadığı için ürün inovasyonundan daha avantajlı bir durum ortaya çıkıyor” diyor Johnson&Gustafsson bir makalesinde.
Servis Sektörünün Ekonomilerdeki Ağırlığı
Kaynak: https://data.worldbank.org/indicator/NV.SRV.TETC.ZS
Aslında gelişen ekonomiler için bir trend indikatörü olan bu yönelim (hizmet sektörünün ağırlık kazanması), sadece sektörü genişletme eğiliminde olan bir yaklaşımla mümkün olmaktadır. Sermaye bağımlılığı ve maliyetlerin üretim odaklı gelişmeye göre daha sınırlı olması sebebiyle, hizmet sektörünün inovasyonel girişimler için daha geniş bir zemin oluşturduğunu görmekteyiz.
Geçtiğimiz yıllarda, Türk Hava Yolları Kurumsal İnovasyon birimi olarak “Markalar Çalıştayı” adında bir etkinlik düzenlemiştik. P&G, Unilever, Coca Cola, Microsoft, Yandex, ING Bank, Yapı Kredi vb. 33 büyük markanın toplamda 80’in üzerinde inovasyon yöneticisini, Türk Hava Yolları kabin, temizlik, business class, ikram vb. hizmetlerimizi demonstre ettiğimiz bir etkinlikte ağırladık. Mockup alanlarında, gerçek ürün ve ikramlarla gerçekleştirilen etkinlikte, tüm marka temsilcileri tüm kabin süreçlerini yakından görme fırsatına erişti. Öyle ki, hemen orada bulunan birim yetkilisine; “Neden şöyle yaptınız? Neden o şekilde ikram yaptınız?” vb. sorular sorma fırsatı oluşturuldu. Sonrasında 80 temsilcimizi simülatörle uçurarak etkinliğimizimin ilk kısmını tamamladık. Öğleden sonra ise, tüm marka temsilcileri ile geniş bir “ideation” etkinliği yaptık. Bu etkinlik alanında ilkti. Havacılık alanında ilk olduğa eminim. Ama hizmet sektörü genelinde de bu kadar geniş katılımcılı bir ürün implementasyonu etkinliği yapıldı mı bilmiyorum. Tabi bu söylediklerim Dünya genelinde. Yoksa Türkiye bazında birçok kriterde “ilk” olan bir etkinlikti.
Örneğin, İstanbul Havalimanı’nda yer alan Kiosklar, bu etkinlik vesilesiyle Türk Hava Yolları ailesiyle buluşturduğumuz Hexagon ile yaptığımız çalışmaların bir çıktısı. Bunun gibi birçok marka ile farklı başlıklarda çalışmalar gerçekleştirdik. Ekibimden Emre Dalarslan’ın birbiriyle alakasız 3 sektörü bir araya getirip ekosisteme katkı sağladığı örnekleri biliyorum. Türk Hava Yolları’nın birleştirici etkisinin ve tüm ekosistem temsilcilerinin Türk Hava Yolları müşterisi olması ve markayı seviyor olması gibi mukayeseli üstünlüklerin de farkında olarak, ekosistemin genişlemesi için ciddi emekler verdik, vermeye de devam ediyoruz.
Bankacılık sektöründe harikalar yarattığımız Dünyaca takdir gören, bilinen bir durum. Birçok markamız, geliştirdiği yeni özellikler, ürünler ile uluslarası arenada çok büyük ödüller aldı. BAI Global Innovation Awards, EFMA & Accenture İnovasyon Ödülleri’nde “inovasyon” başlığıyla ödüller alan bankalarımız olduğu gibi, müşteri deneyimi, ürün, tasarım, ux gibi spesifik alanlarda da birçok ödül alan bankamız mevcut. Girişimlerle iletişim, girişimleri inovatif süreçlere implement etme konularında bankacılık sektörü yöneticilerinin çoğuna anlatacak çok fazla şey yok. Daha çok, onların dinleme taraftarıyım.
Ürün inovasyonu sektörü, inovasyon yapmaya dair bunca olumlu üstünlüğüne karşın, bazı dezavantajları da içerisinde barındırmıyor değil. Örneğin “tiyatrocuları” ürün inovasyonu alanında çok sık göremezsiniz. Çünkü tabiri caizse sistem “boş” yapanı eler. “Bant” vardır, “Termin” vardır, reel sektör kaynaklı gerçek baskılar vardır ve bu baskılar işe yaramayan parçanın elenmesi gerektiğini yüksek bir sesle ortaya koyar çoğu zaman. Ama hizmet sektörü içinde şirketi, birimi entropiye sokan kişilerin daha uzun süre “boş yapabilme” imkanları olabilmektedir (“boş” kelimesinin ingilizceye “bosh” olarak aynı anlamla geçmiş bir kelime olduğunu da paylaşmış olayım) Kavramsallaştırmanın bir savunma aracı olarak kullanılmasını hizmet sektöründe görebilirsiniz. İnovasyonun önünde engel olan kişileri hizmet sektörü kusmaz, yapısı gereği bir süre manipülasyon yapabilmelerine olanak tanır. Örneğin korkak insanları ürün inovasyonu süreçlerinde göremezsiniz. Tüm korkusu reel olmayan yapay ya da dikey baskılardan hemhal kişiler, inovasyonun önünde koca bir engel oluşunu, demotive edici bir unsur oluşunu manipülasyonlar ile gizleyebilir pek tabi. Kimisi de süreç esnasında sizinle dirsek temasında olup, lansman esnasında sizi davet bile etmeyebilir. Kimisi karşılıklı kahve içerken bir taraftan da ekibinizden bilginiz olmadan “head hunt” yapmaya çalışabilir 🙂 İşte bu tür arkadaşlar, hizmet sektöründe bolca bulunurlar. Bu yollara tevessül edebilmek aslında şartlar adil olduğunda “yenememek” ten kaynaklanıyor.
Özetle, hizmet katmanında, arızalı insan unsurunu da kapsayacak etraflıca bir çözüm üretmek gerektiğini düşünüyorum.
TTO, Kuluçka Merkezleri, Hızlandırıcılar Katmanı
Yazının genelinden de anlaşılabileceği gibi hiçbir tarafı korumak ya da bilinçli bir şekilde yermek gibi bir eğilimim yok. Doğru olanın, gerçek olanın peşindeyim. Gerçekliği o kadar önemserim ki hayatım boyunca gerçekliği manipüle eden kişilerle savaştım. İnsanın kendisini ya da etrafını kandırma çabasını zavallıca bulduğum için, “doğal” olarak “adaletli” bir yönde sabitleniyorum istesem de, istemesem de.
Teknoloji Transfer Ofisleri, Kuluçka Merkezleri, Hızlandırıcılar katmanı çokça eleştirilen bir katman. Bu yapıları eleştiren üç ana grup var; İnovasyon Tiyatrocuları, Şirketler ve Girişimciler. İnovasyon tiyatrocuları buzzwordlerin peşinde koştuğu için bu katmanı sıkça eleştiriyorlar. Pek dikkate almamak gerekiyor kanımca.
Şirketler ise genelde bu yapılar ile çalışacak bir başlık bulamadıklarında bu yapılara tepkisel oluyorlar. Şirketler ve TTO, Kuluçka Merkezleri, Hızlandırıcılar arasında ciddi bir senkron sorunu olduğunu düşünüyorum. Bu yapılar, şirketlere “pain point” adı altında hangi alanları iyileştirmelerini istediklerini soruyorlar. “Bilmiyorsanız workshop yapıp bulalım” diyorlar. “Workshop’a gerek yok, biz zaten problemli alanlarımızı biliyoruz, başlıklarımız şunlar, biz şu şu alanlarda çözüm arıyoruz” dediğinizde herkesin mutlu mesut ayrıldığı ama arkasının gelmediği toplantılar yapılıyor. Tanıdık geldi değil mi? Aslında mevzubahis yapının en iyi yapabildiği şey belki de tek şey bir workshop tertip etmek. Eğer marka, workshop yapmayı kabul etseydi, sonraki aşamada iş yine aksayacaktı ve TTO, Kuluçka, Hızlandırıcı yapıların yetkilileri, kurumsal inovasyon, iş geliştirme temsilcilerini yetkin olmamakla suçlayacaktı. Kurumsal taraf da bu yapıları haklı olarak istediklerini karşılayabilen girişimcileri bulamamakla suçlayacaktı. Bu aşamada da ciddi bir ayrım var. Çoğu kez doğru girişimi bulmak mümkün olmuyor. Mümkün olduğunda ise, Kurumsal taraf, IT yoğunluğunu bertaraf etmek ve işi IT listesine ekleyerek zaman kaybetmek yerine, girişimin core yazılım ekibinden custom yazılım talebinde bulunuyor. Augmented Reality girişimine Knowledge Base yazdırmak şeklinde de cereyan edebiliyor bu durum, her şey süper denildikten sonra ölü taklidi yapmak şeklinde de olabiliyor.
Bu yapılarda yer alan “SaaS” girişimcileri ise kanımca en talihsiz grupta yer alıyor. Aylar süren yazılım, tasarım, testler, branding, cloud, domain vb. süreçlerden sonra sıra kurumlara gitmeye geliyor. Mevzubahis yapılar, direkt olarak firmalarla görüşme imkanı olmayan girişimciler için ciddi bir köprü görevi görüyor. Girişimci tüm heyecanıyla girişimini kurumsal firmanın birimine açtığında firma yetkilisi; “Ben bu girişimcinin heyecanına ortak olursam, buna bir bütçe ayırırsam ciddi bir risk almış olacağım, en iyisi ben bunların yaptığı işi bir araştırayım, muhakkak muadili vardır, aylık ödemesini yapar beğenmezsem iptal ederim” düşüncesinde olduğu için, girişimci sektörü uyandırma işlevi görmenin ötesine gidemiyor. SaaS alanında yatırım alan, öne çıkan birçok girişim mevcut elbette, ben hikayesini yazma imkanı bulamamış geri alan %99’lık bölümden bahsediyorum. Girişimciler bu gibi durumlarda yine kurum yetkililerini haklı olarak, bazen de haklı olmayarak eleştirebilmekte. Bu yapılara girebilen girişimciler için geçerli bu durum. Giremeyen de çok fazla girişim var ve çoğunun ortak eleştiri noktası içeride yetkin değerlendiricilerin olmadığı yönünde. Bunun doğru olduğu çok örnek var, fikrine aşık olup da en ufak bir eleştiride arslan kesilen girişimcilerden de çok örnek var. Her alanda olduğu gibi, inovasyon ekosisteminde de tek bir doğru yok. Uzun süredir bu düsturla değerlendirmelerimi daha objektif yapıyorum. Şu kurum şöyledir, şu insan böyledir, şu araç işe yaramaz gibi. Regülasyonlar inovasyonu tetikler mi? Engeller mi? yi tartışıyoruz yıllardır. Baidu örneğinden girip,fikir özgürlüğünden çıkıyoruz ve çoğu zaman aynı yerde oluyoruz. Eski Türk filmlerindeki kötü karakterlerin suyu bile öfkeyle içmeleri gibi tutarsız ve gerçek olmayan bir düşünme şekli bu. Figürler bazen iyidir, bazen kötüdür, gerçeklik kusurludur ve çok boyutludur. “Bu şirket çok bozdu” düşüncesinden çok, “içerisinde bozukluluklar ve güzellikler barındıran bir yapının bozukluklar içeren kısmına denk geldik” düşüncesi daha az hayal kırıklığı yaratıyor ve kanımca daha gerçekçi.
Buradan hareketle, inanılmaz iyi işler yapan TTO’lar var. Kuluçka Merkezleri var. Harika metodları harika bir şekilde uygulayan, mentörlük eden yapılar var.
Bu kişiyi herhalde buraya zorla koymuşlar dediğim insanlarla da karşılaştım tabi ki 🙂
Yatırım fonlarını ve topluluklarını uzun bir süredir yakında takip etmiyorum. Bu sebeple bu alana çok fazla girmesem daha iyi olacak. Yalnız, Keiretsu Forum Türkiye ile son zamanlarda güzel işbirlikleri fırsatımız oldu. Yönetim Kurulu Başkanı Hulusi Berik’in az laf iş yapan “iş bitirici tarzı” ve Genel Müdür Duygu Eren’in etkili iletişim yeteneğiyle Keiretsu Forum’un işleyişini oldukça beğendiğimi ve ortaya somut rakamlar koyduklarına şahit olduğumu belirtmek isterim.
Endüstriyel Tasarım Katmanı
Birimimiz ilk kurulduğunda Hakan Gürsu, Zaim Design, Trio, Arman Tasarım vb. Türkiye’deki önde gelen birçok endüstriyel tasarım firmaları ile tanışma toplantıları yapmıştık. Sonrasında da çeşitli ürün tasarımı işleri için üniversitelerin endüstriyel tasarım atölyelerinden istifade ettik. En sık çalıştığımız ve ürün geliştirdiğimiz Hexagon Studio’dan Ali Zengin Bey ve ekibi ile çok kıymetli çalışmalar yaptık. Örneğin Hexagon, kurum içinde uyarladığı “strategic design thinking” yaklaşımıyla kısa sürede çok etkili tasarımlar ortaya koyabiliyor. Kabinlerimizde kullanmak üzere tasarladıkları tepsi prototiplerinin tasarım süreçleri gerçekten heyecan vericiydi. Ülkemizde endüstriyel tasarım konusunda yakaladığımız seviyenin ülke genelinde çok bilindiğini düşünmüyorum. Küresel anlamda rekabetçi bir ürün tasarlamak isteyen bir kurumun, girişimcinin Dünya’nın dört bir yanındaki endüstriyel tasarım firmalarına mecbur olmadığını yakından görebilmiş olmak beni mutlu ediyor.
Dijital Pazarlama, Kreatif Ajanslar Katmanı
1998 yılında Front Page ile başladığım web tasarımı serüvenimde, o yıllarda birçok firmaya websitesi tasarlamıştım. “Web dizaynı” aramalarında ilk sayfada çıkıyor olmak (sanırım altavista’da) o dönemde de oldukça kıymetliydi 🙂 Hatta çok fazla alternatif de yoktu. Destroy Cartoon, E-Fıstık, Berk Tokay’larla başlayan flash animasyon furyaları, Zirve 100, İyinet’ler ile başlayan toplist dönemleri, kahkaha.com’lar, hoppala.com’lar, chivi.com’lar. Özetle Türk internetinin tüm gelişimine developer olarak şahit oldum. Hala da web tasarımı ve dijital pazarlama trendlerini yakından takip ediyorum. Türk Hava Yolları öncesinde, Evza isimli Marka Yönetimi ve Dijital pazarlama ajansı ile de bu işi 3 sene boyunca profesyonel olarak yapma fırsatım oldu. Sonrasında yine Türk Hava Yolları interaktif pazarlama departmanında Türk Hava Yolları İngiltere, Kanada, Rusya hesaplarının yönetimini yaptım. Yine Wingo markasının da dijital iletişiminden sorumluydum.
Kreatif ajansların sürekli “iyi fikir” üzerinden döndüğünü, her pazarlama faaliyetinin, viral içeriklerin, metinlerin, görsellerin, videoların, kurguların vb. tüm ögelerin sağlam bir beyin fırtınası ile başladığını bilmeyen yoktur. Bir iş modeli düşünün ki, düşünmek, fikir üretmek, yaratıcı olmak zorundasınız. Tasarımda, esinlenmenin ötesinde bir kopyalama alışkanlığının varlığından haberdarız. Bootsrap framework’ü ile tasarlanmış birbirine çok benziyen tasarımlar, UX çalışmaları ile sabitlenmiş header, footer, slider, menu konumları, google fonts ile standardize edilmiş fontlar derken aslında tasarımsal anlamda Türkiye’de gördüklerimiz, Dünya’da gördüklerimiz ile neredeyse aynı. Nadiren de olsa özgün tasarımlar ortaya çıkabilmekte. Kreatif aklın tasarım süreçleri dışında viral pazarlama kampanyalarında, metin yazarlığında daha önde olduğunu söyleyebiliriz. Dijital iletişim ajansları, “flashmob” diye tabir edilen interaktif kurgular yapmaya başladığında, kreatif ajansların “inovasyon ekosistemi” ile kesiştiğine şahitlik etmiştim. Ajanslar, flashmob ya da benzeri içeriklerde daha özgün ve daha kreatif olmak maksadıyla yarıştıkça, daha fazla donanıma, daha fazla endüstriyel tasarıma, daha fazla yenilikçi ürüne ihtiyaç duymaya başladı.
Dijital pazarlama faaliyetlerinin içeriklerinin oluşturulmasında gerekli olan inovatiflik, arka planda segmentasyon, re-marketing, CRM Integration gibi toolların kullanımı, monitoring, bidding benzeri araçların kullanımına olan ihtiyacın artması, dijital pazarlama ajanslarını da inovatif olmaya zorladı. Pazarlama alanında da her geçen gün yeni trendler, yeni inovasyonlar olmaya devam etmekte. Ajanslar, inovasyon ekosistemine, son tahlilde “branding” ile ihtiyacı ile dahil olmakta. Kanımca markalaşmayı, pazarlamayı inovasyon ekosisteminin dışında düşünmek çok gerçekçi değil.
Girişimcilik Katmanı
Girişimcilik ekosisteminde daha fazla bulunmuş olmama karşın, girişimcilik ekosistemini etraflıca yazıp çizecek güncel bilgiye sahip değilim. Metrikler zaten her yerde, herkesin erişimine açık bir vaziyette. Yazımın başlarında inovasyon ekosistemi denildiğinde akla girişimcilik ekosistemini de içine alan büyük bir yapıdan çok, kurumsal inovasyon profesyonellerinden, kurumlardan ve ilişkilerinden oluşan bir yapı geliyor çoğunlukla. Kurumsal bir markanın kurum içi girişimcilik faaliyetleri dışında bir girişimle münasebette bulunması, uzun bir süredir o girişimin müşteri olmak şeklinde yürüyordu. “Erken yakalanan ve ümit vaat eden girişimlerin yatırımcısı olma fikri” 2021’e girdiğimiz şu vakitlerde dahi birçok marka için hala ütopik. Yasal düzenlemelerin, teşviklerin ötesinde bir problem var kanımca; iletişim dili sorunu. Yatak üreten bir şirket zaman içinde yatak yaylarına ödediği bedelin çokluğunda dolayı fiyatlarda istediği oynamayı yapamadığını ve dolayısıyla da karlılığın düştüğünü farkettiğinde, yayı aldığı firma ile birlikte yay üretip üretmemenin yollarını arar. Ya da farklı yay üreticilerini araştırır, sordurur ve tekliflerini onlara iletir. Baktı ki yine olmuyor, boşta olan ve işi bilen birini şirket bünyesine dahil ederek yay üretimi işine girer. Firma sahibi, girişimcilik, inovasyon, açık inovasyon, dış kaynak kullanımı gibi kavramlardan haberdar olmadan sezgisel olarak ilerlediğinde zaten doğru olanı yapma eğiliminde oluyor. Büyük markaları tenzih ederek, kobiler ve biraz üstü özelinde bazen bu doğal ve işleyen yapının mevcudiyeti dahi tespit edilmeden, hakkı teslim edilmeden, Chesbrough’dan alıntılar eşliğinde “açık inovasyon ile girişimcilerle iletişime geçip onlarla çalışmalıyız” şeklinde olayın ele alındığında söyleyebilirim. Kavramsallaştırma, yerelleştirip kurum kültürüne anlaşılır bir şekilde enjekte edilmediğinde, insanlar her zaman yaptığı şeyleri yapamaz hale geliyorlar. Sanki elinde bir deney tüpü varmışcasına, yersiz bir adrenalin ve tiyatral bir sona doğru koşuşlar canlanıyor gözümde. Ununu elemiş bir kurumda çalışan profesyoneller bu duruma ne alaka diyebilirler ama gerekli “uyarlama” yapılmadan giydirilmeye çalışılan bu gömlek, en azından kobilerde ve bir üstünde eğreti durduğu noktasında geniş ve kabul edilmiş bir tecrübe olduğunu bilenler muhakkak çıkacaktır. Böyle bir yapı içerisinde özellikle B2B girişimcileri için büyümenin en önemli aracı olabilecek “kurumsal firmalar” olması gerektiği yerde ve şekilde olmadığında, maalesef birçok girişim erken aşamada yok olmak zorunda kalıyor. Hele ki korkusundan yabancı muadillerini araştıran ve sadece onları kullanan kurumsal firma yöneticileri olduğu sürece bu döngü devam edecek.
Kurumsal markalardan bağımsız olarak salt girişimcilik ekosistemine baktığımızda ise, daha berrak ve daha gerçekçi bir yapının varlığından söz edebiliriz. Düşe kalka hatta ite kalka bir kültür oluştu. Bir yıldan fazladır Draper University ile çeşitli çalışmalar içerisindeyiz. Draper University’nin Türkiye’de bir inovasyon merkezi açması için de ekipçe uzun bir süredir çaba sarfetmekteyiz. Kendileri Dünya’nın birçok noktasında girişimleri takip ediyor. Türkiye’deki girişimcilik ekosisteminin çok yakından takip edildiğini biliyorduk ama bu yakın takibin ne boyutta olduğunu bu vesileyle öğrenmiş olduk. İyi girişimler bir şekilde yatırımcısını buluyor. 20’li yaşlardayken, girişimci olarak iletişime geçebileceğimiz bir ya da iki yerin olduğu, onlardan da red alındığında yeni bir projeye geçmemiz gerektiğini anladığımız strestli günleri dün gibi hatırlıyorum. Şimdilerde birçok girişimcinin “acaba nereye başvursam” şeklindeki kararsızlıklarına şahit oluyorum 🙂 Girişimcilik ekosistemimizin kendine has dokusunu oluşturabildiğini görmek mutluluk verici.
Mobil oyun sektörünü ise çok daha yakından takip ediyorum. Aileden, yakın çevreden mobil oyun geliştiriciliği ile uğraşan insanlar çok. Aslında Sidar Şahin’in 5 yıl boyunca yoğun bir odaklanma gerçekleştirerek yazdığı hikayenin benzeri bir hikaye çok yok, ama ciddi bir potansiyel olduğunun da herkes farkında. Şunu söyleyebilirim ki, potansiyeli çok yüksek oyunlar, Voodoo, Ketchapp gibi oyun yayıncıları tarafından çok erkenden keşfedilip satın alınıyor. İyi yönetilen ve app store, play store marketing konularına hakim bir publisher desteklenerek de bu iş belki ikame edilebilir. Lakin, yerli oyun sektöründe yeni Masamo’lar, Gram’lar, Peak’ler olmaya aday tahmin edilenden çok daha fazla potansiyel ekip var. Mobil oyun sektöründe reklam harcamaları, sabit maliyet niteliğinde bir kalem olduğu için bu harcamalara yönelik vergi muafiyetleri, özel düzenlemeler ile kur bazında dezavantajlı olan mobil oyun geliştiricilere can suyu verilerek, en azından oyunlarına satmaları yerine kendi şirketlerini kurmaları teşvik edilebilir.
Muhtemelen pandeminin de etkisiyle, uzun zamandır görüşemediğim, konuşamadığım ekosistem üyeleri ile konuşma ihtiyacı hissettim de bu yazıyı yazdım 🙂 Her ne kadar kapsamlı bir şekilde ele almaya çalıştıysam da bilfiil içinde yer almadığım katmanları dar tutmuş olabilirim. Niyetim tepeden bir analiz yapmak değildi. İçeriden, tam olarak içinden yapılmış tespitlerimi, düşüncelerimi derlemek istedim.
Süper bir yıl olsun,
Sevgiler!